“Dediniz, efendim.” diye yanıtladı yargıç fena bir somurtu eşliğinde. “Siz bana söylememiş olsanız ben notlarıma nasıl Daniel yazacağım beyefendi?” Elbette ki bu argümanı cevaplandırmak olanaksızdı.
“Mr. Winkle’ın hafızası gerçekten kısa, Lordum.” diye lafa girdi Mr. Skimpin, jüriye bir bakış daha atarak. “Onunla işimiz bitmeden hafızasını tazelemenin bir yolunu bulmalıyız bana kalırsa.”
“Dikkatli olsanız iyi edersiniz, efendim.” dedi ufak yargıç, tanığa sinsi bir bakış atarak.
Zavallı Mr. Winkle başını eğdi ve rahat görünmeye çabaladı ancak şaşkınlığına denk geldiği için daha çok telaşlı bir yankesici izlenimi verdi.
“Pekâlâ Mr. Winkle.” dedi Mr. Skimpin. “Artık lütfen bana kulak verin, efendim. Bana kalırsa kendi iyiliğiniz için Lordumuzun uyarılarına dikkat etseniz de iyi olur. Davalı Mr. Pickwick’in yakın bir arkadaşısınız, doğru mu?”
“Mr. Pickwick’i uzun zamandır tanırım, hatırladığım kadarıyla neredeyse…”
“Lütfen Mr. Winkle, kaçamak yapmayın. Davalının yakın bir arkadaşı mısınız değil misiniz?”
“Tam diyecektim ki…”
“Sorumu cevaplayacak mısınız yoksa cevaplamayacak mısınız, beyefendi?”
“Eğer bu soruyu cevaplamazsanız tutuklanırsınız.” diye araya girdi ufak yargıç defterine bakarak.
“Haydi ama beyefendi, evet mi hayır mı?” dedi Mr. Skimpin.
“Evet, öyleyim.” diye yanıtladı Mr. Winkle.
“Evet, öylesiniz. Peki neden hemen söylemediniz? Belki davacıyı da tanıyorsunuzdur? Ha, Mr. Winkle?”
“Kendisini tanımıyorum ama görmüşlüğüm var.”
“Ah, neymiş efendim kendisini tanımıyormuş ama görmüşlüğü varmış, öyle mi? Lütfen bir zahmet jüriye bunun ne demek olduğunu söyler misiniz Mr. Winkle?”
“Demek istediğim kendisiyle bir yakınlığımız yok ama Mr. Pickwick’i Goswell Caddesi’nde ziyarete gittiğimde görmüşlüğüm var.”
“Onu hangi sıklıkla gördünüz beyefendi?”
“Hangi sıklıkla mı?”
“Evet Mr. Winkle, hangi sıklıkla? Gerekirse sorumu on kez tekrarlarım, beyefendi.” Muhterem beyefendi ciddi ve değişmez bir somurtuyla ellerini beline koydu ve jüriye şüpheli bir biçimde gülümsedi.
Bu soru üstüne ahlak bekçileri kaşlarını yükseltti çünkü böyle durumlar karşısında bunu yapmak âdettendi. Mr. Winkle ilk başta Mrs. Bardell’i kaç kez gördüğünü bilmesinin olanaksız olduğunu söyledi. Sonra onu yirmi kere görmüş olup olmayacağı sorulduğunda. “Kesinlikle ondan fazla olmuştur.” diye yanıtladı. Sonra onu yüz kere görmüş olup olmayacağı soruldu. Sonra elli kere görüp görmediği ve acaba yetmiş beş kere mi gördüğü soruldu. Sonunda varılan sonuç Mr. Winkle’ın aklını başına alması ve kendine dikkat etmesine yönelik oldu. Tanık bir kez bu endişeden ileri gelen karmaşık zihin durumuna ulaştırıldığında sorgulama şu şekilde devam etti:
“Lütfen söyleyin, Mr. Winkle. Geçen temmuz ayında, sözü geçen sabah Mr. Pickwick’in Goswell Caddesi’ndeki davacıya ait dairesine gidip gitmediğinizi hatırlıyor musunuz?”
“Evet, hatırlıyorum.”
“Yanınızda size eşlik eden Tupman adında ve de Snodgrass adında arkadaşlarınız var mıydı?”
“Evet, vardı.”
“Buradalar mı?”
“Evet, buradalar.” diye yanıtladı Mr. Winkle, arkadaşlarının bulunduğu noktaya büyük bir hevesle bakarak.
“Lütfen dikkatinizi bana verin Mr. Winkle, arkadaşlarınızı gözlemeyi bırakın.” dedi Mr. Skimpin, jüriye bir manalı bakış daha attıktan sonra. “Onlar da kendi hikâyelerini öncesinde size danışmadan anlatmak durumundalar eğer çoktan aranızda görüşmediyseniz. (Jüriye atılan bir bakış daha.) Peki efendim, lütfen jüri üyesi beyefendilere sözü geçen sabah davalının odasına girdiğinizde ne gördüğünüzü söyleyin. Dökülün efendim. Nasıl olsa eninde sonunda öğreneceğiz.”
“Davalı Mr. Pickwick, davacıyı kollarına almış, belini kavramıştı.” diye yanıtladı Mr. Winkle doğal bir duraksamanın ardından. “Davacı sanki bayılmış gibiydi.”
“Davalının ne söylediğini duydunuz mu?”
“Mrs. Bardell’e sevgili hanımcığım dediğini duydum, lütfen kendinize gelin, biri gelse nasıl açıklama yapacağız diyordu.”
“Peki Mr. Winkle, size sormak istediğim tek bir soru daha var ve Lord’un dikkatini hafife almamanızı rica edeceğim. Davalı Mr. Pickwick’in sözü geçen anda ‘Sevgili Mrs. Bardell, canımın içi, lütfen kendi toparla çünkü böyle olması gerekiyor?’ ya da bu ayarda bir şey demediği konusunda yemin edebilir misiniz?”
“Yani şey, ne dediğini anlamadım, o yüzden evet kesinlikle.” Mr. Winkle, söylediklerinin böylesine bir zırvaya dönüştürülmesinden dolayı biraz afallamıştı. “Ben merdivendeydim ve tam olarak ne söylendiğini duyamadım ama şöyle bir izlenime…”
“Jüri üyesi beyefendilerin sizi zihninizdeki izlenimlerle işleri yok, Mr. Winkle. Bana kalırsa böylesine bilgiler dürüst ve doğru sözlü beyefendilerin pek işine yaramayacaktır.” diye lafa girdi Mr. Skimpin. “Siz merdivendeydiniz ve tam olarak duyamadınız ama yine de Mr. Pickwick’in az önce söylediğim kelimeleri sarf etmediğine dair de yemin edebileceksiniz, doğru mu anlamışım?”
“Hayır, yemin edemem.” diye yanıtladı Mr. Winkle ve Mr. Skimpin zafer edasıyla yerine oturdu.
Bu aşamaya kadar Mr. Pickwick’in lehine pek bir şey olmadığından bu söylenilenler kolaylıkla şüpheleri daha da fazla üstüne çekmek için kullanılabilirdi. Ancak sanki bütün bunlar Mr. Pickwick’i daha olumlu bir ışık altında göstermeye yarayabilecekmiş gibi Mr. Phunky çapraz sorgu aracılığıyla Mr. Winkle’dan bir şey elde edebilme niyetiyle ayağa kalktı. Amaçladığı bilgileri edinip edinmediği derhâl ortaya çıkacaktır.
“Sanıyorum ki Mr. Winkle, Mr. Pickwick genç bir adam, öyle değil mi?” dedi Mr. Phunky.
“Ah, hayır.” diye yanıtladı Mr. Winkle. “Babam olacak yaşta.”
“Muhterem dostuma Mr. Pickwick’i uzun süredir tanıdığınızı söylediniz. Evlenecek olduğunu düşünmenize ya da varsaymanıza neden olacak bir durum var mıydı ortada?”
“Ah hayır, elbette hayır.” diye yanıtladı Mr. Winkle. Bunu öyle bir hararetle söylemişti ki aslında Mr. Phunky onu tanık kürsüsünden indirse iyi olurdu. Avukatlara göre iki tür son derece kötü tanık vardır: İsteksiz tanıklar ve aşırı istekli tanıklar. Mr. Winkle’ın kaderinde ikisi de olmak vardı.
“Hatta daha da ileri gideyim, Mr. Winkle.” dedi Mr. Phunky ve son derece işini bilir ve kendinden emin bir tavırla devam etti: “Mr. Pickwick’in ileriki yıllarda karşı cinsle bir evlilik düşündüğüne dair herhangi bir tavrına ya da düşüncesine şahit oldunuz mu?”
“Ah, kesinlikle hayır.” diye yanıtladı Mr. Winkle.
“Artık yaşını başını almış, kendi uğraşları ve eğlenceleriyle meşgul olan ve kadınlara ancak bir babanın kızlarına davrandığı gibi davranan o adamlardan biri midir kendisi?”
“Buna hiç şüphe yok.” diye yanıtladı Mr. Winkle, olabildiğince yürekten. “Aynen, evet, ah, evet, kesinlikle.”
“Mrs. Bardell ya da diğer hanımlara karşı tavırlarında en ufak şüphe uyandıracak bir şeye şahit oldunuz mu?” dedi Mr. Phunky, Dava Avukatı Snubbin ona göz kırpmakta olduğundan yerine oturmak üzereyken.
“Ha-yır.” diye yanıtladı Mr. Winkle. “Kolaylıkla açıklanabileceğine hiç şüphem olmayan önemsiz bir durum dışında.”
Şunu da belirtmek gerekir; eğer zavallı Mr. Phunky, Dava Avukatı ona göz kırptığı anda oturmuş olsaydı ya da Dava Avukatı Buzfuz hücum anındaki dengesiz sorgulamasına son vermiş olsaydı (ki Mr. Winkle’ın kaygılı hâlini görünce bu sorgulamaya derhâl son vermesi gerektiğini çünkü bunun kendi çıkarına bir sonuç doğuracağını pekâlâ ki biliyordu) bu talihsiz bildiri elde edilmezdi. Bu kelimeler Mr. Winkle’ın dudaklarından döküldüğü anda Mr. Phunky oturdu ve Dava Avukatı, biraz panik hâlinde Mr. Winkle’ın tanık kürsüsünden inebileceğini söyledi ve Mr. Winkle da tam da büyük bir isteklilikle bunu gerçekleştirmek üzereydi ki Avukat Buzfuz onu durdurdu.
“Durun, Mr. Winkle, durun!” dedi Avukat Buzfuz. “Lordumuz acaba kendisine babası yaşında olacak bu adamın hanımlara karşı sergilediği şüphe uyandırıcı tek bir örneğinin ne olduğunu sorma zahmetine girebilir mi?”
“Muhterem avukatın söylediklerinizi işittiniz efendim.” dedi yargıç, sefil ve perişan hâldeki Mr. Winkle’a bakarak. “Sözünü ettiğiniz o olayı açıklayın.”
“Lordum.” dedi Mr. Winkle endişeden tir tir titrerken. “Söylemesem daha iyi.”
“Belki de.” dedi ufak yargıç. “Ama söylemek zorundasınız.”
Mr. Winkle, koca mahkeme salonunu sarmış olan derin sessizlik karşısında titrek bir sesle Mr. Pickwick’in gecenin bir yarısı bir hanımefendinin odasına girdiği ve bu durumun ona kalırsa söz konusu hanımefendinin planlanan evliliğine engel olduğunu ve bütün hepsinin zorla Ipswich kazasının belediye reisi ve sulh yargıcı Saygıdeğer George Nupkins’in huzuruna götürülmelerine neden olduğunu anlattı!
“Kürsüden inebilirsiniz, beyefendi.” dedi Dava Avukatı Snubbin. Mr. Winkle söylenileni yaptı ve çıldırmış gibi George and Vulture’a koştu ve söylenilene göre birkaç saat sonra başını koltuk minderlerinin altına gömmüş, derin ve kasvetli bir havayla inlerken bulundu.
Tracy Tupman ve Augustus Snodgrass da sırasıyla kürsüye davet edildi. İkisi de mutsuz arkadaşlarının beyanını destekler nitelikte ifadeler verdiler ve ikisi de mütemadiyen süren eziyetten dolayı çaresizliğe sevk edildiler. Sonra Susannah Sanders çağırıldı ve Dava Avukatı Buzfuz tarafından sorgulandı. Dava Avukatı Snubbin tarafından da çapraz sorguya alındı. Kadın, Pickwick’in her zaman Mrs. Bardell’le evleneceğini söylediğini ve düşündüğünü söyledi. Mrs. Bardell’in temmuzda bayıldıktan sonra Pickwick’le nişanlanmış olmasının mahallenin yeni dedikodu malzemesi olduğunu biliyordu. Bunu kendisine çamaşırcı olan Mrs. Mudberry ve ütücü olan Mrs. Bunkin söylemişti ancak mahkemede ne Mrs. Mudberry’yi ne de Mrs. Bunkin’i görebiliyordu. Mr. Pickwick’in ufak oğlana başka baba ister mi diye sorduğunu duymuştu. Mrs. Bardell’in o zamanlar fırıncıyla arkadaşlık ettiğini bilmediğini ancak fırıncının o zamanlar bekâr şimdi ise evli olduğunu bildiğini söyledi. Mrs. Bardell’in fırıncıdan hoşlanmadığına dair beyan veremese de fırıncının Mrs. Bardell’den pek hoşlanmadığını çünkü hoşlansa başkasıyla evlenmeyeceği konusunda beyan verebilirdi. Mrs. Bardell’ın temmuz ayı o sabahı Pickwick ona bir tarih belirleyelim dedi diye bayıldığını düşünmüştü. Kendisi de (şahit) Mr. Sanders günü belirlemek istediğinde bayılıp kaskatı kesildiğini biliyordu ve kendine hanımefendi diyen herkesin benzer koşullar altında aynını yapacağına inanıyordu. Pickwick’in oğlana bilyelerle ilgili soruyu sorduğunu duymuştu ama yemin ettiği için “cilli” ve “misket” arasındaki farkı bilmediğini söylemek zorundaydı.
Duruşmaya yönelik olarak: Mr. Sanders’le arkadaşlık ettiği dönemlerde diğer hanımefendiler gibi o da aşk mektupları almıştı. Mektuplaşmaları sırasında Mr. Sanders ona çoğu zaman “ördek” demiş ama hiçbir zaman “pirzola” ya da “salça” dememişti. Kendi beyi ördekleri pek severdi. Belki de pirzola ve salçayı da o kadar sevmiş olsa sevgi sözcüğü olarak o da kullanırdı.
Dava Avukatı Buzfuz sanki böyle bir şey mümkünmüş gibi öncekinden daha büyük bir kibirle ayağa kalkıp, “Samuel Weller’ı çağırın.” dedi.
Samuel Weller’ı çağırmak hiç de gerekli değildi çünkü Samuel Weller isminin telaffuz edildiğini duymuş, vakit kaybetmeden anında tanık kürsüsüne tırmanmıştı. Şapkasını yere bırakıp kollarını tırabzanlara dayadıktan sonra muazzam bir neşe ve canlılıkla önce Baroya kuş bakışı bir göz attıktan sonra sıralarda oturanları iyice incelemeye koyuldu. “İsminiz nedir efendim?” diye sordu yargıç.
“Sam Weller, Lordum.” diye yanıtladı sözü geçen beyefendi.
“İsminiz ‘V’ ile mi yoksa ‘W’ ile mi yazılıyor?” diye sordu yargıç.
“İsmi yazanın keyfine ve tercihine kalmış bir şey o Lordum.” diye yanıtladı Sam. “Hayatımda ismimi bir iki sefer dışında yazmam gerekmedi ama ‘V’ harfiyle yazdım.”
Tam bu noktada salondan bir ses yükseldi: “Aynen öyle, Samivel, aynen öyle. Siz oraya ‘we’ yazıverin Lordum, ‘we’.
“Kim mahkemeye hitap etme cüretinde bulundu?” diye sordu ufak yargıç. Başını kaldırarak: “Memur.”
“Evet, Lordum.”
“O kişiyi derhâl buraya getirin.”
“Elbette, Lordum.”
Ancak memur doğru kişiyi bulamadığı için kimseye getirmedi ve büyük bir karmaşadan sonra suçluyu aramak için ayağa fırlayan herkes yeniden yerlerine yerleşti. Ufak yargıç, öfkesi konuşmasına izin verdiği anda tanığa döndü ve:
“O kişinin kim olduğunu biliyor musunuz efendim?” diye sordu.
“Babam olduğundan şüpheleniyorum, Lordum.” diye yanıtladı Sam.
“Burada mı, onu görebiliyor musun?” diye sordu yargıç.
“Hayır, göremiyorum, Lordum.” diye yanıtladı Sam, gözlerinin salonun tavanındaki fenere dikerek.
“Eğer onu gösterebilseydin derhâl tutuklatırdım.” dedi yargıç.
Sam anladığını belli edercesine başını sallayıp yüzünden eksilmeyen neşeli ifadeyle Dava Avukatı Buzfuz’a döndü.
“Peki o zaman Mr. Weller.” dedi, Dava Avukatı Buzfuz.
“Peki o zaman.” diye yanıtladı Sam.
“Sanıyorum ki bu davanın davalısı Mr. Pickwick’in hizmetindesiniz? Lütfen konuşun Mr. Weller.”
“Konuşma niyetindeyim efendim.” diye yanıtladı Sam. “Sözü geçen beyefendinin hizmetindeyim ve bu çok iyi bir iş.”
“Az iş çok para diyorsunuz yani?” dedi Avukat Buzfuz şakayla karışık.
“Ah alacaktan yana sıkıntım yok efendim, aynı üç yüz elli kırbaç alacağı olan askerin dediği gibi.” diye yanıtladı Sam.
“Bize ne askerden ya da başka birinden, efendim.” diye lafa girdi yargıç. “Bu kanıttan sayılmaz.”
“Pekâlâ Lordum.” diye yanıtladı Sam.
“Davalıyla ilk kez anlaşma yaptığınız günün sabahı ilginç bir şey olduğunu hatırlıyor musunuz, ha Mr. Weller?” dedi Dava Avukatı Buzfuz.
“Evet, hatırlıyorum efendim.” diye yanıtladı Mr. Weller.
“Bir zahmet bunun ne olduğunu anlatın jüriye.” dedi yargıç.
“O gün yeni bir kıyafet provasına gitmiştim jüri üyesi beyefendiler.” dedi Sam. “Ve o zamanlar bu benim için çok özel ve alışılmadık bir durumdu.”
Burada genel bir kahkaha patlaması yaşandı ve makamının ardından öfkeli bir ifadeyle bakan yargıç: “Dikkatli olsanız iyi olur, efendim.” dedi.
“Mr. Pickwick de o zamanlar öyle demişti Lordum.” diye yanıtladı Sam. “Ben de takım elbisemi büyük dikkatle seçmiştim efendim, sahiden de dikkat etmiştim Lordum.”
Yargıç iki dakika aralıksız olarak ciddiyetle Sam’in yüzüne baktı ancak Sam’in ifadesi o kadar sakin ve huzurluydu ki yargıç söyleyecek bir şey bulamadı ve Dava Avukatı Buzfuz’dan devam etmesini istedi.
“Yani şunu mu demek istiyorsunuz, Mr. Weller.” dedi Dava Avukatı Buzfuz, kollarını manalı biçimde birleştirerek ve gerisin geriye dönüp sanki kelimeler olmadan jüri üyelerine daha tanığı rahatsız etmeye yeni başladığını belli etmek ister gibi dönerek. “Yani tanıklar tarafından anlatıldığını duyduğunuz üzere davalının davacının kollarında bayıldığını görmediğinizi mi söylüyorsunuz?”
“Kesinlikle hayır.” diye yanıtladı Sam. “Ben, onlar beni çağırana kadar koridorda bekledim, sonradan da içeri girdiğimde yaşlı hanımefendi orada değildi.”
“Şimdi bir üstünde geçelim, Mr. Weller.” dedi Dava Avukatı Buzfuz, Sam’in cevabını not aldığını göstererek onu korkutma amacıyla önündeki mürekkepliğe kocaman bir kalemi batırarak. “Siz koridordaydınız ve yine de olanlara dair bir şey görmediniz. Sizin bir çift gözünüz olduğuna emin misiniz Mr. Weller?”
“Evet benim bir çift gözüm var.” diye yanıtladı Sam. “Hepsi de bu kadar. Eğer göz yerine patentli, görüntüyü iki milyon kere büyüten, ekstra güçlü mikroskop olsaydı belki merdivenlerin tepesindeki kalın bir kapının ardında olanları görebilirdim ama işte ne yaparsınız, bende sadece göz var ve görüşüm sınırlı.”
Mümkün olan en basit ve ağırbaşlı tavırla ve en ufak bir rahatsızlık belirtisi olmadan beyan edilmiş bu cümle izleyenlerin kıkır kıkır gülmesine, yargıcın gülümsemesine ve Dava Avukatı Buzfuz’un da epey aptal gibi görünmesine sebep oldu. Dodson&Fogg ikilisiyle yapılan ufak bir istişarenin ardından muhterem Dava Avukatı yeniden Sam’e döndü ve gücendiğini belli etmemek için müthiş bir çaba göstererek: “Peki Mrs. Weller, öyle diyorsanız, size bir sorum daha olacak eğer uygunsa.” dedi.
“Eğer sizin için de uygunsa efendim.” dedi Sam vakit kaybetmeden son derece iyi niyetli bir ifadeyle.
“Geçen kasım ayında Mrs. Bardell’in evine gittiğinizi hatırlıyor musunuz?”
“Ah, evet, çok iyi hatırlıyorum.”
“Ah, demek hatırlıyorsunuz, Mr. Weller.” dedi Dava Avukatı Buzfuz, neşesi yerine gelerek.
“Ben de hiçbir yere varamayacağız sanıyordum.”
“Onu ben de düşündüm, efendim.” diye yanıtladı Sam, bunun üstüne izleyenler yine kıkırdadılar.
“Neyse, sanıyorum ki bu dava hakkında ufak bir konuşma yapmak için gittiniz oraya, ha Mr. Weller?” dedi Dava Avukatı Buzfuz, bilmiş bir tavırla jüri üyelerine bakarak.
“Kirayı ödemek için gittim ama dava hakkında da konuştuk.” diye yanıtladı Sam.
“Ah, dava hakkında konuştunuz demek.” dedi yeni bir keşif yaptığı düşüncesiyle yüzü aydınlanarak.
“Peki dava hakkınıza aranızda nasıl bir konuşma geçti, bizi bu bilgiyle şereflendirecek misiniz? Mr. Weller?”
“Hem de büyük keyifle efendim.” diye yanıtladı Sam. “Daha önce buraya çıkmış olan iki erdemli hanımefendi tarafından yapılan birkaç hoşbeşten sonra hanımlar Mr. Dodson ve Fogg’un, şu anda şurada oturmakta olan beylerin onurlu işletmelerini öven uzun bir konuşmaya kaptırdılar kendilerini.” Bu elbette ki ilginin büyük bölümünü Dodson&Fogg’a çekti ki onlar da olabildiğince erdemli görünme çabasındalardı.
“Davalının avukatları.” dedi Dava Avukatı Buzfuz. “Vay! Demek davalının avukatları Mr. Dodson&Fogg’un onurlu işletmeleriyle ilgili övgüyle konuştular öyle mi?”
“Evet.” dedi Sam. “Davayı ücretsiz kabul etmişler, hanımlar da bütün para Mr. Pickwick’ten alındığı sürece de ceplerinden beş kuruş çıkmayacağını söyledikleri için ne kadar cömert insanlar bu avukatlar diyorlardı.”
Bu beklenmedik cevap üzerine izleyenler yeniden kıkırdamaya başladı ve Dodson&Fogg kıpkırmızı kesilip Dava Avukatı Buzfuz’a dönüp aceleci bir tavırla kulağına bir şeyler fısıldadılar.
“Çok haklısınız.” Dava Avukatı Buzfuz yüksek sesle etkilenmiş bir tavırla. “Bu tanığın akılalmaz aptallığını aşıp bir kanıt elde etmeye çalışmak kesinlikle faydasızdır Lordum. Mahkemeyi kendisine daha fazla soru sorarak meşgul etmek istemiyorum. İnin lütfen efendim.”
“Başka bir bey bana bir şey sormak ister mi?” diye sordu Sam, şapkasını kafasına takıp manalı biçimde etrafına bakarken.
“Benim yok Mr. Weller, teşekkür ederim.” dedi Dava Avukatı Snubbin gülerek.
“İnebilirsiniz, beyefendi.” dedi Dava Avukatı Buzfuz, elini sabırsızca sallayarak. Sam söylenileni yaparak görünüşe bakılırsa Dodson&Fogg’un elini olabildiğince güçsüzleştirerek ve Mr. Pickwick’le ilgili olabildiğince az şey söyleyerek aşağı indi zira niyeti başından beri buydu.
“Eğer bizi Mr. Pickwick adına başka bir tanık dinleme zahmetinden kurtaracaksa Mr. Pickwick’in işinden emekli ve kayda değer derecede servete sahip bir beyefendi olduğunu eklemekte bir sorun görmüyorum Lordum.” dedi Dava Avukatı Snubbin.
“Pekâlâ.” dedi Dava Avukatı Buzfuz, okunmaları için iki mektubu sunarken. “O zaman benim söyleyeceklerim bu kadar Lordum.”
Sonrasında Dava Avukatı Snubbin, davalı adına jüriye hitap etti. Çok uzun ve vurgulayıcı bir konuşma yaptı ve bu arada Mr. Pickwick’in tavır ve kişiliğine dair büyük övgüler sunmaktan da geri durmadı.
Ancak okurlarımız sözü geçen beyefendinin erdemleri ve davranışlarıyla ilgili Dava Avukatı Snubbin’in başarabileceğinden çok daha derin bir bilgiye sahip olduğunu bildiğimizden muhterem beyefendinin yorumlarını uzun uzadıya aktarmayacağız. Kanıt olarak sunulan mektupların sadece Mr. Pickwick’in yemek tercihleriyle ve şehir dışına yaptığı bir ziyaretten dönüşünü takiben yapılacak hazırlıklarla ilgili olduğunu anlatmaya gayret etti. Genel anlamda Mr. Pickwick adına elinden gelenin en iyisini yaptığını söylemek yeterli olacaktır. Herkesin bildiği ve atalarımızın da söylediği üzere, bundan iyisi can sağlığı.
Yargıç Stareleigh en geleneksel ve kabul gören biçimde duruşmayı özetledi. Notlarını bu kadar kısa zamanda mümkün olabildiğince deşifre edip okudu ve ilerledikçe kanıtlarla ilgili yorumlarda bulundu. Eğer Mrs. Bardell haklıysa Mr. Pickwick’in haksız olduğu aşikârdı ve eğer Mrs. Cluppins’in beyanını ciddiye alınmaya değer buluyorlarsa inanırlar, bulmuyorlarsa da inanmazlardı. Eğer evlilik vaadinin ihlaline yönelik tatmin edici kanıtlara sahip olduklarını düşünürlerse davalı adına uygun gördükleri miktarda tazminat kabul ederlerdi. Eğer diğer yandan evlilik vaadi gibi bir durumun söz konusu olmadığını düşünürlerse davalı için hiçbir tazminat talep edilmezdi. Sonrasında jüri üyeleri konuyu görüşmek için görüşme odalarına ve yargıç da pirzola ve bir kadeh içkiyle kendine gelmek için kendi özel makamına çekildi. Endişeyle geçen on beş dakikanın ardından jüri üyeleri geri döndü ve yargıç da çağırıldı. Mr. Pickwick gözlüğünü taktı ve jüri sözcüsünü endişeli bir ifade ve deli gibi çarpan bir kalple izlemeye koyuldu.
“Beyler.” dedi siyahlı beyefendi. “Kararımız konusunda hemfikir miyiz?”
“Öyleyiz.” diye yanıtladı jüri sözcüsü.
“Davacı lehine mi yoksa davalı lehine mi karar verdiniz?”
“Davacı lehine.”
“Tazminat nedir beyler?”
“Yedi yüz elli pound.”
Mr. Pickwick gözlüğünü çıkardı, dikkatle sildi ve gözlük kabına yerleştirip gözlük kabını da cebine koydu. Sonra eldivenlerini de takıp bir süre jüri sözcüsüne baktıktan sonra mekanik bir tavırla Mr. Perker ve mavi çantayı takip ederek mahkeme salonundan çıktı.
Perker mahkeme giderlerinin ödemesini yaparken küçük bir odaya uğradılar, Mr. Pickwick burada arkadaşlarıyla bir araya geldi ve o anda para hırsıyla ellerini ovuşturmakta olan Dodson&Fogg’la karşılaştı.
“Evet, beyler.” dedi Mr. Pickwick.
“Evet, efendim.” dedi Dodson, kendi ve ortağı adına.
“Ücretinizi alacağınızı düşünüyorsunuz değil mi beyler?” dedi Mr. Pickwick.
Fogg, bunun kuvvetle muhtemel olduğunu düşündüklerini söyledi. Dodson gülümsedi ve deneyeceklerini söyledi.
“İstediğiniz kadar deneyin Dodson ve Fogg.” dedi Mr. Pickwick öfkeyle. “Ancak benden ne bir kuruş tazminat ne de bir kuruş ödeme alacaksınız. Hayatımın geri kalanını borçlular zindanında geçirecek olsam da alamayacaksınız.”
“Ha! ha!” diye güldü Dodson. “Üç ay içinde fikriniz değişmiş olur Mr. Pickwick.”
“He, he, he! Yakında öğreniriz.” diye sırıttı Fogg.
Öfkeden nefesi kesilmiş olan Mr. Pickwick arkadaşlarının ve avukatının yardımıyla kapıya kadar gitti ve bu amaç için tutulmuş bir taksiye de her zaman tetikte olan Sam Weller tarafından yerleştirildi.
Sam, merdiveni dayamış kendisi de tepeye çıkmak üzereydi ki omuzuna birinin nazikçe dokunduğunu hissetti. Arkasını döndüğünde babasını karşısında buldu. Yaşlı beyefendinin yüzünde kederli bir ifade vardı ve başını ciddiyetle sallayıp nasihat verir gibi konuştu:
“Onları dinlerseniz olacağı bu, dediydim ben. Ah, Sammy, neden bir görgü tanığı tutmadık ki!”
Otuz Beşinci Bölüm
Mr. Pickwick’in Bath’a Gitse İyi Olacağını Düşündüğü ve Buna Göre Davrandığı Bölüm
“Ancak elbette ki…” dedi ufak tefek Perker, duruşmanın ertesi günü Mr. Pickwick’in dairesinde ayakta dikilirken. “Elbette ki ciddi değilsinizdir. Yani evet, kızgın olduğunuzu anlıyorum ancak bu gider ve tazminatı ödemek konusunda ciddi olmadığınız anlamına gelmiyordur, öyle değil mi?”
“Tek kuruş bile ödemem.” dedi Mr. Pickwick sertçe. “Tek bir kuruş bile.”
“Helal olsun, ne ilkelisiniz, demiş ya tefeci adam senedi kapattığında, o hesap.” dedi kahvaltılıkları kaldırmakta olan Mr. Weller.
“Sam.” dedi Mr. Pickwick. “Lütfen aşağı iner misin?”
“Hayhay, efendim.” diye yanıtladı Mr. Weller ve Mr. Pickwick’in nazik imasını anlayarak ortamdan ayrıldı.
“Hayır, Perker.” dedi Mr. Pickwick müthiş bir ciddiyetle. “Arkadaşlarım da beni bu kararlılıktan caydırmaya uğraştılar ama bir yere varamadılar. Ben işime gücüme bakacağım, bırakacağım karşı taraf bana karşı tutuklama emri çıkarsın. Zaten eğer bunu yapacak kadar da kötü yüreklilerse ben de keyfimi hiç bozmadan, yüreğimi hiç darlamadan gider teslim olurum. Ne zaman işlem yapabilirler?”
“Tazminat ve vergilendirilmiş masraflar için bir sonraki dönem işlem başlatabilirler.” diye yanıtladı Perker. “Yani bu, iki ay sonra demek oluyor sevgili beyefendiciğim.”
“Çok iyi.” dedi Mr. Pickwick. “O zamana kadar, azizim, bana bu konunun lafını bir daha açma. Şimdi.” diye konuşmayı sürdürdü Mr. Pickwick, gözlerinde hiçbir gözlüğün söndüremeyeceği ya da saklayamayacağı bir parıltıyla arkadaşlarına dostane bir bakış atarak: “Geriye kalan tek soru şu: Şimdi ne yapacağız?”
Mr. Tupman ve Mr. Snodgrass arkadaşlarının kahramanca tavrından o kadar etkilenmişlerdi ki cevap bile veremediler. Mr. Winkle duruşmadaki ifadesinin etkisinden bir yorum yapacak kadar kurtulamamıştı, o yüzden Mr. Pickwick boşu boşuna öneri beklemiş oldu.
“Yani, eğer ille de sen bir yer öner diyorsanız, ben Bath derim beyler. Bence daha önce hiçbirimiz oraya gitmedik.”