Yargıç Stareleigh (başyargıcın üstünde biraz kırgınlık olduğu için onun yerine bakıyordu) göze batacak kadar kısa boylu bir adamdı ve o kadar şişmandı ki âdeta yüz ve ceketten oluşuyor gibi görünüyordu. İki kısa ve şekilsiz bacak üstünde lambur lumbur içeri girdi ve ciddiyetle Baroya bir selam verdi. Onların da ciddiyetle verilen selamını aldıktan sonra masasına yerleşti ve ufak fötr şapkasını da masanın üstüne yerleştirdi. Yargıç Stareleigh’in bu hareketinden sonra ondan geriye kalan tek şey iki tuhaf göz, pespembe bir yuvarlak surat ve kocaman, komik görünüşlü bir peruğun yarısıydı.
Mahkeme memuru, yargıç şapkasını çıkardığı gibi emreder bir ses tonuyla “Sessizlik!” diye bağırdı ve onun daha ilerisinde ve salonun daha içerisinde olan bir başka memurun da bu emri sinirli bir ses tonuyla tekrarlamasının ardından aynı emir üç dört kere daha öfkeyle tekrar edildi. Bunun ardından hâkimin aşağısında oturan siyah giyimli bir beyefendi jüri üyelerini çağırdı. Epey bir bağırış çağırıştan sonra yalnızca on jüri üyesi olduğu anlaşıldı. Bunun üstüne Dava Avukatı Buzfuz, yedek jüri üyelerini rica etti. Ardından siyahlı beyefendi özel jüriyi, iki sıradan jüri üyesini, bir manav ve bir eczacıyı yakasından tuttuğu gibi yerlerine yerleştirdi.
“İsminizi okuyunca buradayım deyin beyler, yemin edeceksiniz.” dedi siyahlı beyefendi.
“Richard Upwitch.”
“Burada.” dedi manav.
“Thomas Groffin.”
“Burada.” dedi eczacı.
“Kitaba el basın, beyler. Yalnızca ve sadece…”
“Mahkemenin affına sığınıyorum.” dedi uzun, ince ve sarı benizli bir adam olan eczacı. “Mahkemenin beni bu seferlik mazur göreceğini umuyorum.”
“Hangi gerekçeyle, beyefendi?” dedi Yargıç Stareleigh.
“Yardımcım yok, Lordum.” dedi eczacı.
“Benim elimden bir şey gelmez efendim.” diye yanıtladı Yargıç Stareleigh. “Bir tane tutuverin.”
“Durumum yok, Lordum.” diye cevap verdi eczacı anında.
“Durumunuz olsaydı o zaman, efendim.” dedi yargıç kıpkırmızı kesilerek çünkü Yargıç Stareleigh zaten her zaman biraz öfkenin eşiğindeydi ve kendisine karşı gelinmesine de hiç katlanamazdı.
“Onu ben de biliyorum efendim. Eğer hakkım olanı kazansaydım zaten durumum olurdu ama kazanmıyorum Lordum.” diye yanıt verdi eczacı.
“Beyefendiye yemin ettirin.” dedi yargıç, tartışmaya mahal vermeyecek şekilde.
Memur yalnızca “Yalnızca ve sadece” kısmını bitirmişti ki eczacı yeniden sözünü kesti.
“Yani yine de yemin mi edeceğim Lordum, yine de mi?” dedi eczacı.
“Kesinlikle, efendim.” diye yanıtladı asabi ufak yargıç.
“Öyle olsun, efendim.” diye yanıtladı eczacı, bıkkın bir tavırla. “Öyleyse bu duruşma bitmeden bir cinayet işlenmiş olacak. Yemin ettirin öyleyse efendim.” dedi ve yargıç, ağzına geleni söylemeye fırsat bulamadan eczacıya yemin ettirildi.
“Ben yalnızca izlemek için gelmiştim, Lordum.” dedi eczacı büyük bir dikkatle yerine otururken. “Hatta o yüzden eczanemde ayakçı çocuk dışında kimse yok, Lordum. İyi çocuktur Lordum ancak ilaçlardan hiç anlamaz. Ona kalsa İngiliz tuzu oksalit asit demek ve sinameki şurubu da afyon ruhu demek.” Uzun boylu eczacı bununla birlikte sandalyesinde kaykıldı ve yüzündeki sakin ifadeyle kendini olabilecek en kötü şeye hazırladığını belli etti.
Mr. Pickwick eczacıyı büyük bir dehşetle dinliyordu ki birden mahkemenin orta yerinde bir hareketlenme oldu. Mrs. Bardell, Mrs. Cluppins’ten destek alarak içeri girmiş ve bitkin bir hâlde Mr. Pickwick’in oturduğu sıranın öbür ucuna oturmuştu. Her birinin yüzünde duruma özel olarak hazırlanmış mümkün olan en anlayışlı ve üzüntülü ifadeyle Mr. Dodson tarafından kocaman bir şemsiye ve Mr. Fogg tarafından da bir çift ayakkabı kılıfı da aynı sıraya bırakıldı. Sonra arkasında Efendi Bardell’le Mrs. Sanders göründü. Mrs. Bardell çocuğunu görünce yerinden zıpladı, bir anda aklı başına geldi ve çıldırmış gibi oğlunu öpmeye başladı. Hemen ardından yine o histerik ahmaklığına geri döndü ve nerede olduğunu sordu. Buna cevap olarak Mrs. Cluppins ve Mrs. Sanders başlarını çevirip ağlamaya başladılar. Dodson ve Fogg, davacıdan kendini toplamasını rica etti. Dava Avukatı Buzfuz, kocaman beyaz bir mendille gözlerini çıkarırcasına sildi ve sonra da jüriye duygusal bir bakış attı. Bu durumdan yargıç da epey etkilenmişse benziyordu ve izleyenler de hislerini yutkunarak gizlemeye gayret ediyorlardı.
“Sahiden de harika fikir.” diye fısıldadı Perker, Mr. Pickwick’in kulağına. “Dodson ve Fogg da az değil yalnız. İnsanları etkileyecek fikirleri hiç bitmez, beyefendiciğim. Tek kelimeyle mükemmel.”
Perker konuşadursun, Mrs. Bardell yavaş yavaş kendine gelmeye başladı ve Mrs. Cluppins de Efendi Bardell’in düğmelerini ve kaçınılmaz şekilde bu düğmelere ait olan düğme deliklerini dikkatlice inceledikten sonra çocuğu annesinin dizlerinin dibine oturttu. Bu öyle bir oturma şekliydi ki hem yargıç hem de jüri içinde müthiş bir acıma ve anlayış hissi uyandırması kaçınılmazdı. Bu elbette kolay olmamıştı. Çocuk itirazlar eşliğinde gözyaşlarına boğuldu çünkü yargıcın tam görüş alanının ortasına oturtulmasının en iyi ihtimalle biraz sonra kellesinin uçurulacağı ya da ömrünün geri kalanını geçireceği deniz aşırı bir yere gönderileceği anlamına geldiğine inanmıştı.
“Bardell ve Pickwick.” diye bağırdı siyahlı beyefendi, listede en başta olan davayı duyurarak.
“Ben davacıyı savunuyorum, Lordum.” dedi Dava Avukatı Buzfuz.
“Yanında kim var Kardeş Buzfuz?” dedi yargıç. Mr. Skimpin bu kişinin kendisi olduğunu belli etmek için başını eğdi.
“Ben de davalı için buradayım, Lordum.” dedi Dava Avukatı Snubbin.
“Yanında biri var mı Kardeş Snubbin?” diye soruldu mahkemece.
“Mr. Phunky, Lordum.” diye yanıtladı Avukat Snubbin.
“Dava Avukatı Buzfuz ve Mr. Skimpin davacı tarafında.” dedi yargıç, isimleri bir defterine yazıp bir yandan da sesle okurken. “Davalı için de Dava Avukatı Snubbin ve Mr. Monkey.”5
“Çok affedersiniz Lordum, Phunky olacak.”
“Ah anladım.” dedi yargıç. “Daha önce bu isme şahit olma şerefine erişmemiştim.” Mr. Phunky bunun üzerine başını eğdi ve gülümsedi, yargıç da aynını yaptı. Utançtan gözlerinin beyazına kadar kızarmış olan Mr. Phunky bugüne kadar bunu başarabilmiş tek bir Tanrı kulu olmamasına ve kuvvetle muhtemel gelecekte de olmayacağına rağmen sanki herkesin ona baktığının farkında değilmiş gibi davrandı.
“Buyurun.” dedi yargıç.
Memurlar yeniden sessizlik emretti ve Mr. Skimpin “davayı açmaya” koyuldu. Gören dava dosyasında hiçbir şey yazmıyor sanırdı çünkü yargıç bu tür detayları sesli okumazdı. Üç dakika geçtikte sonra bile jüri hâlâ önceki uzmanlık seviyesine sahipti.
Dava Avukatı Buzfuz, bu davanın ciddi tabiatının gerektirdiği haşmet ve ağırbaşlılıkla ayağa kalktı ve Dodson’ın kulağına fısıldayıp Fogg’la kısa bir müzakereye giriştikten sonra cübbesinin omuzlarını düzeltip peruğunu kafasına iyice yerleştirdikten sonra jüriye hitap etti.
Dava Avukatı Buzfuz sözüne, meslek hayatı süresince hatta hukuk eğitimine, başladığı ilk andan itibaren kendini böylesine derin hislerle boğuşur bulmadığını, omuzlarında böylesine büyük bir yükü hissetmediğini söyleyerek başladı. Eğer bu yaralı ve hakir görülmüş müvekkilinin gerçeğinin su yüzüne çıkacağı ve adalete kavuşacağına, yüce gönüllü ve akıllı bir düzine beyefendinin doğru kararı vereceğine emin olmasa böyle bir yükün altına girmesinin mümkün olamayacağını söyledi.
Hukukçular lafı genellikle böyle açarlardı çünkü bu sözler jüri üyelerine kendilerini hoş hissettirir ve ne kadar da zeki insanlar olduklarını düşünmelerine sebep olurdu. Sözlerin etkisi anında kendini belli etmişti çünkü jüri üyelerinden bazıları hararetle not almaya başlamışlardı bile.
“Muhterem dostumu da dinlediniz beyler.” diye devam etti sözüne Dava Avukatı Buzfuz, jüri üyelerinin sözü geçen muhterem dosttan kayda değer bir şey dinlemediklerinin çok farkında olarak. “Muhterem dostumun da söylediği gibi beyler, elimizdeki evlilik vaadinin ihlal edilmesi davasıdır ve tazminat bedeli 1.500 sterlin olarak belirlenmiştir. Ancak değerli dostum size bu davanın eğrisini doğrusunu anlatmadı çünkü bu onun üstüne vazife değil. Bu davanın eğrisini doğrusunu anlatmak benim üzerime vazifedir beyler çünkü bu bilgiler az sonra karşınızdaki kürsüye çıkaracağım dürüst hanımefendi tarafından bana bahşedilmiştir.”
Bu noktada Dava Avukatı Buzfuz, “kürsü” kelimesinin altını muazzam biçimde çizip masaya müthiş bir kuvvetle vurduktan sonra, gözlerini kendisine büyük bir takdirle ve davalıya da nefret dolu bakmakta olan Dodson ve Foss’a çevirdi.
Dava Avukatı Buzfuz usul usul, üzüntülü bir ses tonuyla sözlerine devam etti. “Davacı, beyler, evet davacı bir duldur. Evet beyler, bir dul. Müteveffa Mr. Bardell, kraliyet hazinesinin muhafızlarından biri olarak yıllar boyu büyük bir itimat ve itibara nail olmuş ve sonra dünyevi hayatın asla sağlayamayacağı bir sükûnet ve huzur içinde fâni dünyadan ayrılmıştır.” İşin aslı, birahanenin kilerinde kafasına geçirilen bir sürahiyle hayattan göçüşünü böylesine acındırıcı ifadelerle anlatan avukat, sesi titreyerek lafına devam etti:
“Ölümünden bir süre sonra küçük oğlu onun bir kopyası hâline gelmiştir. Mrs. Bardell, müteveffa vergi memurundan geriye kalan bu tek yadigârla birlikte Goswell Caddesi’nin sakinliğine ve inzivasına sığınmıştır. Orada da caddeye bakan salonun camına, üzerinde ‘Bekâr Beyefendiler İçin Mobilyalı Odalar. Sorularınızı İçeri Sorunuz.’ yazan bir tabela asmıştı.” Bu noktada Dava Avukatı Buzfuz duraksadı ve jüri üyesi birkaç beyefendi not almaya başladı.
“Bunun tam tarihi yok değil mi?” diye sordu jüri başkanı. “Tam bir tarih yok beyler.” diye yanıtladı Dava Avukatı Buzfuz. “Ancak aldığım bilgilere göre bu ilan davacının penceresine üç yıl önce bu zamanlar konulmuştur. Ben jürinin dikkatini kullanılan kelimelere çekmek istiyorum: ‘Bekâr Beyefendiler İçin Mobilyalı Odalar!’ Mrs. Bardell’in karşı cinse yönelik fikirleri kaybettiği, beyinin pek değerli özelliklerinin yakınen incelenmesinden geliyordu. Herhangi bir korku, güvensizlik ya da şüpheye sahip değildi. Tek bildiği güven ve inançtı. ‘Mr. Bardell…’ dedi dul. ‘Mr. Bardell onurlu bir adamdı, Mr. Bardell sözünün eri bir adamdı, Mr. Bardell kimseyi kandırmazdı, Mr. Bardell de bir zamanlar bekâr bir beyefendiydi. Bekâr beyefendilere baktığımda mütemadiyen o genç ve tecrübesiz kalbimi kazanmış olan Mr. Bardell’in o hâlini hatırlarım. O yüzden demiştim ki evimi de bekâr beyefendilere kiraya vermeliyim.’ Bu saf ve dokunaklı dürtüyle (kusursuz olmayan tabiatımızın en iyi dürtülerinden biri de budur beyler), harekete geçen yalnız ve unutulmuş dul; gözyaşlarını sildi, evininin ilk katını yeniletti, günahsız yavrusunu bağrına basıp salon camına ilanı astı. Peki o ilan uzun süre orada kaldı mı? Hayır. Yılan beklemekte, tren durmakta ve maden de işlemekteydi. Daha ilan pencereye asılalı üç gün olmamıştı ki bakın üç gün diyorum beyler, iki ayağı üzerinde ve dışarıdan bakınca canavara değil de adama benzeteceğiniz bir yaratık Mrs. Bardell’in evinin kapısını çaldı. Söylenildiği üzere sorularını sordu, pansiyonu tuttu ve hemen ertesi gün de yerleşti. Bu adam Pickwick idi, davalı Pickwick.”
Dava Avukatı Buzfuz, öylesine ağız dolusu konuşmuştu ki yüzü kıpkırmızı olmuştu. Bu noktada nefes almak için duraksadı. Sessizlik, Yargıç Stareleigh için bir uyarı niteliğinde oldu ve mürekkebi konulmamış kalemiyle bir şeyler yazıp her zamankinden ciddi görünerek jüriyi hep gözleri kapalıyken düşündüğüne ikna etmeye çalıştı. Dava Avukatı Buzfuz konuşmaya devam etti:
“Pickwick denilen bu adam hakkında az lafım olacak. Önemli olan birkaç nokta var ve ben de sizler de böylesine mide bulandırıcı bir kalpsizliğin ve sistematik kötülüğün üzerinde duracak insanlar değiliz.”
Bu noktada bir süredir sessizlik içinde yazı yazmakta olan Mr. Pickwick, sanki aklından adalet ve kanunun gözü önünde Dava Avukatı Buzfuz’un ümüğünü sıkmak gelmiş gibi irkildi. Perker’ın uyarı niteliğindeki hareketi onu durdurdu ve sözünü sürdürmesini, Mrs. Cluppins ve Mrs. Sunders’ın hayran bakışlarıyla tezat oluşturan bir nefretle beyefendinin sözünü sürdürmesini bekledi.
“Bu sistematik kötülüktür beyler.” dedi Dava Avukatı Buzfuz, Mr. Pickwick’e bakıp ona hitaben konuşarak. “Sistematik kötülük derken şunu da eklemek isterim, eğer bana bildirildiği gibi Mr. Pickwick şu anda mahkeme salonundaysa; eğer edepli, düzgün ve fikirli bir adamsa başını eğik tutar. Ona şunu da söylemek isterim beyler, bu mahkemede herhangi bir çatışma ya da tenkit hoş karşılanmayacaktır. Zaten bu düşünceler sizden çıkınca ciddiye de alınmayacaktır. Bir de kendisine şunu da söylemek isterim, Lordumun da onaylayacağı üzere böylesine bir görevi omuzlamış bir mahkemenin ne gözü korkutulabilir ne zorbalığa boyun eğer ne de siner. Bunlardan herhangi birini yapmaya çalışırsanız, artık ilki de olabilir ikincisi de sonuncusu da onu ben bilemeyeceğim ama bunlardan herhangi birini yapmaya çalışırsanız davalı da olsanız davacı da olsanız, adınız Pickwick de olsa Noakes de olsa Stoakes de olsa Stiles de olsa Brown da olsa Thompson da olsa fark etmez.”
Konudan bu ufak sapış elbette ki niyet edildiği üzere bütün gözlerin Mr. Pickwick’e çevrilmesine sebep oldu. Dava Avukatı Buzfuz, kendini atamış olduğu ahlak bekçiliği rolünden sonunda çıktı ve sözüne devam etti:
“Şunu da belirtmeliyim ki beyler, Pickwick iki sene boyunca aralıksız ve kesintisiz olarak Mrs. Bardell’in evindeki konaklamasına devam etti. Mrs. Bardell bu sürenin tamamı boyunca ona hizmet etti, onu rahat ettirdi, yemeklerini pişirdi, çamaşırcıya verilen çamaşırlarını takip etti, gerekirse yamadı, havalandırdı, yıkananları giyime hazır hâle getirdi yani kısacası onun en yakını ve en güvendiği oldu. Bir de şunu da atlamamak lazımdır ki küçük oğluna genelde yarım peni ve bazı durumlarda altı peni bile vermişliği olmuştur. Ayrıca değerli meslektaşımın karşı çıkıp değiştiremeyeceği şekilde kanıtlarla sunacağım üzere, bir keresinde küçük çocuğun başını okşayıp son zamanlarda sokakta hiç ‘misket’ ya da ‘cilli’ (anladığım kadarıyla bunlar şehir çocukları tarafından çok tutulan bilye çeşitleri) kazanıp kazanmadığını sormuş ve kayıtlara geçmesini rica edeceğim şu ifadeyi kullanmıştır: ‘Başka bir baban olsun ister miydin?’ Şunu da kanıtlayacağım beyler, yaklaşık bir sene önce Pickwick aniden eve uğramamaya ve uzun süre de ortalarda görünmemeye başlamıştır. Sanki müvekkilimle ilişkisini kesmeye niyet etmiştir. Ancak herhâlde o zamanlar bu konuda çok da kararlı olmadığından ya da belki öyle bir şey mümkünse içinden bir iyilik dalgası falan yükseldiğinden ya da müvekkilimin onun bu erkekliğe yaraşmayacak hareketlerine rağmen gösterdiği ilgi ve alaka galip geldiğinden tekrar taşradan kente döndüğünde şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde evlilik teklifinde bulunmuştur. Ancak elbette ki bu işe girişimden önce etrafta bu ciddi meseleye tanıklık edecek birileri var mı yok mu diye iyice araştırmıştır. Görüp görebileceğiniz en isteksiz tanıklar olsalar da en isteksiz tanıklar diyorum beyler, üç eski arkadaşının verdiği ifadeye göre sözü geçen sabah, davacıyı kollarına alıp onu okşayarak ve sevgi sözcükleriyle sakinleştirirken görülmüştür.”
Muhterem Dava Avukatı’nın konuşmasının bu kısmında izleyenlerin yüzünde belirgin bir ifade ortaya çıkmıştı. İki çok küçük kâğıt parçasını havaya kaldırarak konuşmasına devam etti: “Konu bu beyler. Ancak söylemek istediğim bir şey daha var. İki taraf arasında iki mektup alışverişi yapılmıştır. Bu mektuplar davalının el yazısıyla kaleme alınmıştır ve çok şey ifade etmektedir. Sonuçta kelimeler de bir adamın kişiliğini ifade edebilir. Bunlar anlaşılır, hararetli, anlamlı mektuplar değildir, sevgi dolu bir bağlılık ifade etmezler. Bunlar üstü kapalı, sinsi, saman altından su yürüten mektuplardır ancak neyse ki şüpheleri ortadan kaldırmak konusunda en parıltılı ve şairane dil kullanılarak yazılmış mektuplardan daha başarılıdır. Bu mektupların dikkatli ve şüpheci gözlerle incelenmeleri gereklidir. Bu mektuplar belli ki o zamanlar bu kelimeleri yanlışlıkla okuyabilecek üçüncü tarafları yollarından saptırmak amacıyla kaleme alınmışlardı. İzninizle ilkini okuyayım: Garraways, saat on iki. Sevgili Mrs. B., salçalı pirzola. Sevgiler, Pickwick. Sizce bu ne demek oluyor beyler? Salçalı pirzola. Sevgiler, Pickwick! Pirzola! Tanrı aşkına! Hem de salçalı! Beyler söyleyin bana böylesine cefakâr ve hassas bir kadının mutluluğu böyle hilelerle yerle bir mi edilmelidir? Bir sonrakinde tarih de yok ki bence bu başlı başına bir kuşku kaynağı. ‘Sevgili Mrs. B. Yarına kadar evde olmayacağım. Araba yavaş!’ Sonra da çok kayda değer bir tabir kullanıyor. ‘Yatağı ısıtmak için zahmet etmeyin.’ Yatağı ısıtmak mı! Söyleyin beyler kim yatağı ısıtmaya zahmet diyebilir? Yatak ısıtıcı dediğimiz alet bu kadar zararsız, faydalı ve eklemeden geçemeyeceğim, rahatlatıcı bir ev ürünüyken neden insan kullanımını zahmet olarak görür ki? Yani demek istediğim şu; ‘yatak ısıtmak’ deyimi gizli bir arzu, sevgi dolu bir söz ya da vaat anlamına gelmiyorsa (ki böyle olduğuna hiç şüphe yok), daha önceden Mr. Pickwick tarafından terk etme güdüsüyle becerikli biçimde uydurulmuş ve benim deşifre etmemin mümkün olmadığı dil sisteminin bir parçası değilse, neden Mrs. Bardell’in kendini zahmete sokmaması bu kadar azimle rica ediliyor? Peki yavaş arabanın altındaki gizli mana ne? Çünkü bana kalırsa bu Mr. Pickwick’in kendisi için kullandığı gizli bir kod olabilir zira kendisi bu ilişkide âdeta yavaş bir araba gibi davranmıştır ancak yakında hak ettiği cezayı bulurken hızı beklenmedik şekilde artacak ve tekerlekleri beyler, sizler tarafından çok yakında yağlanacak!”
Dava Avukatı Buzfuz tam bu noktada jüri üyeleri esprisine gülüyor mu diye görmek için duraksadı. Ancak manav dışında kimse espriyi anlamadığından ki o da muhtemelen zaten daha bu sabah arabaya böyle bir uygulama yapıldığını gördüğü için espriyi anlamıştı, muhterem Dava Avukatı lafını tamamlamadan önce iç karartıcı detayların bir kez daha üstünden geçmesinin iyi olacağına karar verdi.
“Neyse bu konuda bu kadar konuştuğumuz yeter beyler.” dedi Dava Avukatı Buzfuz. “İnsan acı çekerken gülemez zaten üstelik yapılan şaka eğer kalbimizi derinden etkiliyorsa iyi bir şaka değildir. Benim müvekkilimin hayalleri ve umutları mahvolmuş hâlde ve işini kaybettiğini söylesem abartıyor sayılmam. İlanı indirdi ama ortada yeni bir kiracı yok. Uygun bekâr beyefendiler sürekli geçip gidiyor ancak sorularınızı içeri sorun, dışarı sorun diyen yok. Ev artık karanlık ve kasvetten ibaret. Çocuk sesi bile susturuluyor, annesi ağlarken çocuğun oyunlarıyla kim ilgilenecek? ‘Misket’ ve ‘cilli’ oyunları da unutulmuştur. Çocuk artık bilyeler nasıl ses çıkartır hatırlamıyor, çelik çomağı en son ne zaman oynadı belli değil. Ama o Pickwick yok mu beyler, Goswell Caddesi denilen çölün ortasındaki bu güzelim ailevi vahayı yok eden, kuyuyu kurutan ve çimleri külle kaplayan, bugün karşınıza çıkmış olan, kalpsiz salça ve yatak ısıtıcılarının adamı Mr. Pickwick, utanmak nedir bilmeyen yüzsüzlüğüyle ve yarattığı felakete dönüp bir kez bile bakmayan biridir beyler. Tazminat beyler, evet ağır bir tazminat bu kişinin tek hak ettiği şeydir. Müvekkilimin içini ancak bu soğutur. Kendisi de aydınlık, yüce gönüllü, dürüst, vicdanlı, hâlden anlar ve akıllı jüri üyelerini bu tazminatı kabul etmeye davet ediyor.”
Bu etkileyici söylevin ardından Dava Avukatı Buzfuz yerine oturdu ve Dava Avukatı Stareleigh uyandı.
“Elizabeth Cluppins’i çağırın.” dedi Dava Avukatı Buzfuz, bir dakika sonra yenilenmiş enerjiyle doğrularak.
En yakındaki memur, Elizabeth Tuppins diye seslendi; onun biraz ilerisindeki memur, Elizabeth Jupkins’i rica etti; bir üçüncü de nefes nefese King Caddesi’ne koşarak sesi kesilene kadar Elizabeth Muffins’i çağırdı.
Bu arada Mrs. Cluppins, Mrs. Bardell, Mrs. Sanders, Mr. Dodson ve Mr. Fogg’un yardımıyla tanık kürsüsüne getirilmiş ve en üst basamağa kadar kazasız belasız çıktığına emin olunduktan sonra Mrs. Bardell; en alt basamakta bir elinde mendil, bir elinde ayakkabı kılıfları, bir elinde de acil bir durumda koklamak üzere koklama taşıyla birlikte beklemeye koyuldu. Manalı manalı yargıca bakmakta olan Mrs. Sanders, elinde kocaman bir şemsiye ve sanki gerekli görürse hemen açabileceğini belli etmek istercesine açma tuşuna yakın duran başparmağıyla onun yakınında bir yere yerleşti.
“Mrs. Cluppins.” dedi Dava Avukatı Buzfuz. “Sakin olun lütfen hanımefendi.” Elbette Mrs. Cluppins sakin olun talimatını aldığı anda gittikçe artan bir hararetle ağlamaya ve daha sonra söylediği üzere hislerinin altında ezildiğinden etraftaki herkesin birazdan bayılıvericek olması endişesine kapılmasına neden oldu.
“Hatırlıyor musunuz, Mrs. Cluppins…” dedi Dava Avukatı Buzfuz, birkaç önemsiz sorudan sonra. “Bir sabah Mr. Pickwick’in dairesinin tozunu alırken Mrs. Bardell’in evinin arka salonunda oturduğunuz o temmuz gününü?”
“Evet Lordum, hatırlıyorum.” diye yanıtladı Mrs. Cluppins.
“Mr. Pickwick’in oturma odası birinci kattaydı diye hatırlıyorum?”
“Evet, öyleydi beyefendi.” diye yanıtladı Mrs. Cluppins.
“Arka salonda ne yapıyordunuz, hanımefendi?” diye sordu ufak yargıç.
“Lordum ve jüri üyelerine sesleniyorum.” dedi Mrs. Cluppins müthiş bir panikle. “Sizi kandırmayacağım.”
“Kandırmasanız iyi olur.” dedi ufak yargıç.
“Oradaydım.” diye lafa devam etti Mrs. Cluppins. “Mrs. Bardell’in bundan haberi yoktu. Elimde üç kilosu yarım peniye alınmış ufak bir sepet dolusu kırmızı fasulye vardı ki Mrs. Bardell’in kapısını yarım gördüm.”
“Ne gördünüz ne gördünüz!” diye bağırdı ufak yargıç.
“Yarı yarıya açık Lordum.” dedi Dava Avukatı Snubbin.
“Yarım dedi ama.” dedi ufak yargıç külyutmaz bir ifadeyle.
“Aynı şey, efendim.” dedi Dava Avukatı Snubbin. Ufak yargıç şüpheye düşmüş gibi görünüyordu ve bunu kayıtlarına alacağını söyledi. Mrs. Cluppins sözüne devam etti:
“İçeri girdim, beyler ama amacım yalnızca iyi günler demekti ve mahcup biçimde üst kata çıkıp sonra da arkadaki odaya doğru gittim. Beyler, öndeki odada bazı sesler duydum ve…”
“Siz de dinlediniz, sanıyorum ki Mrs. Cluppins, değil mi?” dedi Dava Avukatı Buzfuz.
“Kusura bakmayın ama efendim.” diye yanıtladı Mrs. Cluppins ihtişamlı bir havayla. “Bu onların suçu. Çok yüksek sesle konuşup kulağımın içine giriverdiler.”
“Peki, Mrs. Cluppins, anladık, siz dinlemiyordunuz ama sesleri yine de duydunuz. Bu seslerden biri Pickwick’e mi aitti peki?”
“Evet efendim, öyleydi.” dedi Mrs. Cluppins. Mr. Pickwick hepinizin şahit olduğu o konuşma sırasında Mrs. Bardell’e meramını tane tane anlatmış ve arada pek çok soru sormuştu.
Jüri kuşkulu görünüyordu ve o sırada yerine oturmakta olan Dava Avukatı Buzfuz’ın yüzü de gülüyordu. Dava Avukatı Snubbin beyanı doğrulamayacağını çünkü Mr. Pickwick’in kesin olarak Mrs. Cluppins’in lafının üstüne bir laf söylemeyeceğini, beyanının doğru olduğunun bilinmesini istediğini bildirince jüri üyelerinin yüzü düştü.
Mrs. Cluppins ilk heyecanını üzerinden attıktan sonra kendi hayatından biraz bahsetmek için doğru bir zaman olduğunu düşündü. Şu anda sekiz çocuk annesiydi ancak her şey yolunda giderse altı ay içinde Mr. Cluppins’e dokuzuncu bir çocuk vermeye yönelik haklı bir beklenti içinde olduğunu belirtti. Tam bu noktada ufak yargıç huzursuzlanarak araya girdi ve bu araya girmenin sonucunda hem değerli hanımefendi hem de Mrs. Sanders’ın Mr. Jackson’ın yardımıyla daha fazla konuşmaya fırsat verilmeden kibar biçimde mahkeme salonundan çıkarılmalarıyla sonuçlandı.
“Nathaniel Winkle!” dedi Mr. Skimpin.
“Burada!” diye yanıtladı, belli belirsiz bir ses. Mr. Winkle tanık kürsüsüne çıktı ve yeminini ettikten sonra yargıca kayda değer bir saygıyla selam verdi.
“Bana bakmayın, beyefendi.” dedi yargıç, verilen selama karşılık sert biçimde. “Jüriye bakın.”
Mr. Winkle emre uydu ve jürinin olmasının en muhtemel olduğunu düşündüğü yere baktı çünkü o anda içinde bulunduğu zihinsel karmaşa yüzünden herhangi bir şey görmesi pek muhtemel değildi.
Mr. Winkle, kırk iki-kırk üç yaşlarında, gelecek vadeden genç bir adam olan ve herkes tarafından bilindiği üzere, karşı tarafın yanında olan kişinin aklını karıştırmak niyetinde olan Mr. Skimpin tarafından sorgulanmaya başlandı.
“Peki efendim.” dedi Mr. Skimpin. “Bize isminizi bahşeder misiniz?” Bunun ardından ismi duymak için başını öbür yana eğip sanki Mr. Winkle’ın yalan beyan vermesi beklenir bir şeymiş ve bu onu ismini yanlış söylemeye teşvik edecekmiş gibi gözlerini jüriye dikti.
“Winkle.” diye yanıtladı tanık.
“İlk isminiz nedir efendim?” diye sinirle sordu ufak yargıç.
“Nathaniel, efendim.”
“Daniel, başka isminiz var mı?”
“Nathaniel, efendim, yani Lordum.”
“Nathaniel Daniel mi? Daniel Nathaniel mi?”
“Hayır efendim, yalnızca Nathaniel. Daniel yok.”
“O zaman bana neden Daniel dediniz ki beyefendi?” diye sordu yargıç.
“Demedim efendim.” diye yanıtladı Mr. Winkle.