banner banner banner
Antikacı Dükkânı
Antikacı Dükkânı
Оценить:
 Рейтинг: 0

Antikacı Dükkânı


– Kulağınıza bir şey söyleyeceğim, efendim, dedi. Geçen akşam söylediklerinizden huzurum kaçtı. Her şeyi ancak iyi niyetle yaptığımı şimdi de ileri sürebilirim, elde olsa bile, geriye dönebilmek için geç kaldığımı söyleyebilirim… Ki bunu da yapamam ya. Yine de zafere ulaşmayı umduğumu belirtebilirim. Her şey onun iyiliği içindir. Ben yoksulluktan çok çektim; yoksulluğun getirdiği acılardan onu korumak isterim. Annesini, yani benim sevgili yavrumu, genç yaşta mezara götüren o acılardan torunumu korumak isterim. Ona, kolayca tükenecek kadar değil de ömrü boyunca eksiklerden uzak tutacak kaynaklar bırakmak isterim. Dinliyor musunuz, efendim? Onun, birkaç kuruşu değil, serveti olacak… Şişt! Şimdi de başka zaman da bundan fazlasını söyleyemem… İşte oda yine geldi.

Bütün bunların kulağıma dolduruluşu, kolumu tutan titrek el, bana dikilen üzgün, şaşırtıcı gözler, o çılgın, acı dolu tavırları beni şaşkınlıklar içinde bırakmıştı. Bütün duyduklarım, gördüklerim, kendisinin anlattıklarının büyük bir kısmı beni onun zengin bir adam olduğunu düşünmeye yöneltmişti. Adamın huyunu suyunu anlayamamıştım ama bence kazancı hayatlarının tek amacı olarak kabul edip büyük kazanç elde etmeyi başaran, yine de hep sefalet korkusu içinde işkence çeken, kayıplara uğrama, mahvolma korkuları içinde çırpınan o berbat insan taslaklarından biriydi bu adam. Bir türlü anlayamadığım sözleri bu düşünceyle gözden geçirdikten sonra, onun da bu mutsuz kişilerden biri olduğu inancına vardım. Buna hiç şüphe yoktu.

Bu inanç aceleyle düşünmenin bir sonucu değildi; çünkü, o sırada buna fırsat olmamıştı: Çocuk hemen geri dönmüş, Kit’e yazı dersi vermek üzere hazırlığa başlamıştı. Anlaşıldığına göre, Kit haftada birkaç defa ders alıyordu, o gece de ders gecesiydi. Bu dersler öğretmene de öğrenciye de büyük bir sevinç, neşe vermekteydi. Kit, salonda, yabancı bir beyin karşısında oturmayı nasıl ancak uzun bir süre sonra kabul etti; oturduktan sonra da dirseklerini masaya dayayıp nasıl yüzünü iyice deftere yaklaştırdı, satırlara şaşkın şaşkın baktı; nasıl daha kalemi eline alır almaz nasıl saçlarının içine kadar her yanını leke içinde bıraktı; bir harfi doğru yazmışsa başka bir harfi yazmak için hazırlığa girişirken onu nasıl bozdu; her yeni yanlışta Nell’den nasıl körpe bir neşeli çığlık koptu; zavallı Kit kendinden de nasıl içten gelme kahkahalar kopardı; çocuk öğretmeye ne kadar meraklıysa oğlan da öğrenmeye nasıl istekliydi… Bütün bunları anlatmak hiç şüphesiz hak ettiklerinden daha çok yer, zaman alacaktır. Dersin verildiğini, ikindinin geçip akşamın geldiğini, yaşlı adamın yine huysuzlanıp sabırsızlandığını, önceki gibi aynı saatte evden gizlice çıktığını, çocuğun bir kere daha evin kasvetli duvarları arasında yapayalnız kaldığını anlatmak yeter.

Şimdi de, bu hikâyeyi buraya kadar kendi ağzımdan anlatıp kişileri okura tanıttıktan sonra, hikâyenin selameti uğruna, ben ayrılıyorum, eserde sürekli, gerekli yeri olan kişileri, kendi adlarına konuşup davransınlar diye, kendi hâllerine bırakıyorum.

4

Quilpler Tower Hill’de oturuyorlardı. Bn. Quilp, kocasının yokluğunda Tower Hill’e bakan köşkünde oturup düşünceye dalardı. Daha önceden görüldüğü gibi B. Quilp iş için zaman zaman karısını yalnız bırakıyordu.

Evet, B. Quilp’in kazanç yolları pek çeşitliydi, bir sürü işi de vardı ama belirli bir ticareti ya da mesleği olduğu da pek söylenemezdi. Su kıyısındaki o berbat sokaklarda, mahallelerde oturanların hepsinin kiralarını o toplardı; denizcilere, ticaret gemilerinde çalışanlara borç para verirdi; Doğu Hint Şirketi dalgıçlarının çalışmalarından pay alırdı; kaçak sigaralarını gümrük binasının burnunun dibinde tüttürürdü; her gün parlak şapkalı, yuvarlak ceketli adamlarla döviz alışverişi yapardı. Irmağın Surrey kesiminde Quilp İskelesi diye anılan küçücük, fare dolu berbat bir avlu vardı. Bu avlunun içinde de sanki bulutlardan düşüp yere ekilmiş gibi bir toz yığını hâlinde duran küçük, ahşap bir idare binası vardı; birkaç paslanmış çıpa parçası vardı; bir sürü büyük demir halka vardı; bir yığın çürümüş tahta, birkaç yığın da eski bakır levha buruşmuş, kırışmış, dağılmış bir hâlde dururdu. Quilp İskelesi’nde Daniel Quilp gemi hurdacısıydı; yalnız bu görünüşe bakılırsa ya pek küçük çapta bir hurdacıydı ya da gemilerini gerçekten pek küçük parçalara ayırmıştı. Ayrıca, burada pek öyle fazla hayat da büyük bir faaliyet de göze çarpmazdı; çünkü buranın tek insanı kenevir elbiseli,hem suda hem de karada yaşayan yaratıklara benzeyen bir oğlancağızdı. Yaptığı tek iş de bir yığının tepesine oturup sular çekildiği zaman çamura taş atmak, sular kabardığı zaman da elleri ceplerinde durup, huzursuz bir hâlde, ırmaktaki kalabalığı seyretmekti.

Cücenin barınağında kendisiyle Bn. Quilp’in ihtiyaçlarını karşılayacak bölümlerden başka hanımın küçük bir yatak bölmesi de vardı, burası karı kocayla birlikte oturan, boyuna Daniel’le savaş hâlinde bulunan, damadından da hatırı sayılacak derecede çekinen kaynanaya verilmişti. Gerçekten de Quilp denen şu çirkin yaratık, çirkinliğiyle, vahşiliğiyle ya da kurnazlığıyla –artık, neyle olursa olsun, önemi yok ya– bir yolunu bulur, her gün temas ettiği kimseleri, yakınlarını korku salarak etkilemeyi başarıyordu. Güzel, ufak tefek, mavi gözlü sakin bir kadın olan Bn. Quilp’in üzerine yaptığı baskıyı hiç kimseye yapamıyordu. Bu kadıncağız, örneğine pek az rastlanan o garip, delicesine kara sevdaya tutulup da kendini evlilik bağıyla cüceye bağladıktan sonra Tanrı’nın günü saçmalığının cezasını çekmekten geri kalmamıştı.

Bn. Quilp’in, evinde, üzüntü içinde olduğu da söylenmiştir. Evet, evindeydi ama yalnız değildi: Daha önce sözü geçen yaşlı anneden başka evin içinde yarım düzineye yakın komşu hanım da bulunmaktaydı; bunlar, bir garip tesadüf eseri, biraz da aralarında yaptıkları anlaşmanın sonucu, tam çay saatine doğru birbirlerinin ardı sıra eve sökün ederlerdi: Mevsim de sohbete pek uygun olduğundan, oda da açık pencerelerinin önüne dizilmiş çiçeklerle serin, gölge, miskinlik veren bir yer olduğundan, içeride çay sofrası, dışarıda eski kule bulunduğundan hanımların sohbet edip aylak aylak oturmaktan hoşlanacakları muhakkaktı; hele taze tereyağı, taze ekmek, su teresi de hesaba katılırsa konukluğun çekiciliği daha da artıyordu.

Eh, şimdi hanımlar bu şartlar altında bir araya gelince de konuşmanın dönüp dolaşıp, erkek milletinin zayıf cinse hükmetme, ceberut kesilme isteğine, zayıf cinsin de bu zorbalığa karşı koymak, kendi haklarını, benliğini ispatlamakkonusundaki görevlere gelmesi de pek olağandır. Şu dört nedenden ötürü olağandır: Birincisi, yine bir kadın olan Bn. Quilp pek kötü bir şekilde kocasının hükmü altında yaşamaktadır, isyan etmesi için de heyecanlanması gerekmektedir; ikincisi, Bn. Quilp’in annesi çevresinde şirret tanınır, erkek yetkesine karşı koyma eğilimindedir; üçüncüsü, her misafir benzerlerinin çoğuna göre kendisinin bu konuda ne kadar üstün olduğunu göstermek ister; dördüncüsü de, konuklar çifter çifter birbirlerini kötülemeye alıştıkları hâlde şimdi hepsi bir arada yakın dostluk havası içinde bulunduklarından her zamanki konularından yoksun kalmışlar, bu yüzden de ortak düşmana saldırmaktan daha iyi bir iş bulamamışlardır.

Bu düşüncelerle duygulanan şişman bir hanım oturumu, büyük bir özen, sevgi havası içinde, B. Quilp’in hatırını sorarak açtı, bu soruya Bn. Quilp’in annesi sert bir şekilde şu karşılığı verdi:

– Aman! Yeteri kadar iyi işte… Zaten onun hiçbir zaman derdi olmamıştır ki. Acı patlıcanı kırağı çalmaz.

Bundan sonra hanımların hepsi birden içlerini çektiler, ciddi bir tavırla başlarını salladılar, Bn. Quilp’e bir kurban gözüyle baktılar.

Oturumun başkanı:

– Ah, keşke ona biraz öğüt verebilseydiniz, Bayan Jiniwin, dedi. Quilp’in genç kızlık soyadının Jiniwin olduğunu unutmamalısınız. Biz kadınların kendimize neler borçlu olduğumuzu sizden iyi bilen yoktu, hanımefendiciğim.

Bn. Jiniwin:

– Gerçekten de neler borçluyuz ya! diye karşılıkta bulundu. Benim zavallı kocam, yani kızımın sevgili babası, sağlığında, bana sert bir söz söyleyecek olsaydı, onu şöyle…

İyi kalpli yaşlı kadın sözünü bitirmedi; yalnız, başını öyle kötü kötü salladı ki bu hareket bir bakıma kelimelerin yerini tutuverdi. Bu hareketi öbürü kolayca anlamış olacaktı ki hemen beğendiğini belli edecek şekilde:

– Siz de tam benim gibi düşünüyorsunuz, hanımefendiciğim, dedi. Ben de olsam öyle yapardım.

Bn. Jiniwin:

– Ama siz niçin öyle yapacaksınız ki? dedi. Ne mutlu size ki benim gibi böyle şeyler başınıza pek sık gelmemiş.

Şişman hanım da:

– Kendini bilen hiçbir kadının böyle şeyler başına gelmez, dedi.

Bn. Jiniwin, azarlar gibi bir sesle:

– İşitiyor musun, Betsy? dedi. Bunları ben sana kaç kere söylemişimdir üstelik, bunu yaparken de neredeyse diz çöküp yalvaracak hâllere gelmişimdir.

Zavallı Bn. Betsy Quilp, çaresizlik içinde, avutucu yüzlerin birini bırakıp öbürüne bakmaktaydı. Kızardı, gülümsedi, şüpheyle başını salladı. İşte bu, topluca velvelenin başlaması için bir işaret yerine geçmişti. Başlangıçtaki hafif mırıldanma zamanla büyük bir gürültü hâlini aldı. Artık hepsi bir ağızdan konuşuyordu. Hepsi de Bn. Quilp’in, genç bir kadın olması dolayısıyla, kendisinden daha çok bilenlerin tecrübelerine karşı çıkmaya hakkı olmadığını söylediler: Onun iyiliğinden başka bir şey istemeyenlerin öğütlerini dinlememesi çok büyük bir hata imiş; bu şekilde davranması nankörlükle aynı kapıya çıkarmış; kendine saygısı yoksa bile alçak gönüllülüğüyle kendine bağladığı öbür kadınlara karşı biraz saygı beslemesi gerekirmiş; onun başka kadınlara saygısı yoksa başkalarının da kendisine saygı beslemeyecekleri gün gelecekmiş; sonra bütün bunlara da çok üzülürmüş. Hanımlar, bu yargıları açığa vurduktan sonra, güzel bir harmanla yapılmış çaya, taze ekmeğe, taze tereyağına, kurabiyelere, su terelerine daha şiddetli bir saldırıya geçtiler; üstelik de genç kadının bu şekilde devam edişini gördükçe iştahlarının kapandığını, ağızlarına bir tek lokma atmakta bile güçlük çektiklerini belirttiler.

Bn. Quilp, büyük bir sadelikle:

– Bütün bu laflar iyi, güzel ama dedi. Ben yarın ölecek olsam Quilp’in kiminle isterse evlenebileceğini de biliyorum… Artık bunu pekâlâ yapabilir, biliyorum.

Bu düşünceye karşı öfkeli bir çığlık koptu. Kiminle isterse evlenebilirmiş ha! İçlerinden bir tanesiyle evlenmeyi düşünmek cesaretini göstersinmiş bakalım! Böyle bir düşünceye şöyle birazcık yanaşır gibi olsunmuş bakalım! Bir hanım (duldu), B. Quilp böyle bir şeyi dokundurursa, onu bıçaklayacağına iyice emindi.

Bn. Quilp, başını sallayarak:

– Eh, öyle işte, dedi. Demin söylediğim gibi, lafı kolay ama yine belirteyim ki ben ölünce Quilp, canı isterse, öyle bir havaya bürünür ki buradaki kadınlardan en güzeliyle sevişebilir, kadının başka bir bağı yoksa. Bırakın bunları!

Bu söze hepsi sinirlendi.

– Biliyorum, beni demek istiyorsun. Hele bir kere denesin de gör! gibi sözler söylendi.

Yalnız, nedense hepsi birden dul hanıma kızmışlardı, her biri yanındakinin kulağına sözü geçen dulun sözleri kendi üzerine aldığını, onun ne mikrop olduğunu fısıldadı.

Bn. Quilp:

– Söylediklerimin doğru olduğunu annem bilir, dedi. Çünkü biz evlenmeden önce kendisi de sık sık bunları söylemişti. Öyle dememiş miydin, anne?

Bu soru saygıdeğer hanımı pek nazik bir duruma sokmuştu, çünkü kızının Bn. Quilp adını almasında en büyük rolü kendisi oynamıştı; çünkü kızı başka hiçbir kadına koca olamayacak bir erkekle evlendiği düşüncesine kapılırsa bunun aileye bir iyiliği dokunmayacaktı; tersine, damadının çekici taraflarını mübalağalı bir şekilde anlatmak kızının başkaldırma nedenlerini zayıflatacaktı ki, annenin de zaten bütün çabası bunaydı. Bn. Jiniwin kadının gizli kudretini kabul ediyordu ama hükmetme hakkına karşıydı. Şişman hanımı tam zamanında övgüye boğarak konuşmayı yapıldığı noktaya getirdi.

Yaşlı hanım:

– Bayan George’un söyledikleri gerçekten mantıklı, pek doğru, diye bağırdı. Şu kadınlar bir kendilerini bilseler. Gelgelelim, Betsy öyle değil; işte bu daha utanç verici, acı bir şey ya.

Bn. George:

– Quilp’in karısına emrettiği gibi her erkeğin bana emrettiğini görmektense, Betsy’nin yaptığı gibi bir erkeğin kulu kölesi olmaktansa, kendimi öldürürüm, önceden de bu işi o adamın yaptığını açıklayan bir mektup yazarım, dedi.

Bu açıklama gürültüyle övülüp doğru bulunduktan sonra bir başka hanım –tazelerden biri– söz aldı:

– Bay Quilp çok iyi bir insan olabilir, dedi. Öyle olduğu da şüphesiz, sanıyorum, çünkü Bayan Quilp öyle söylüyor. Bayan Jiniwin öyle söylüyor. Başkaları bunu bilmezler elbette ama onların kendileri bilseler gerek. Yalnız yine de Bay Quilp pek de öyle yakışıklı denilecek tipte değil; ayrıca, pek de genç sayılmaz. Onu mazur gösterecek bir iki şey varsa ancak bunlar olabilirdi. Buna karşılık, karısı genç, güzel; üstelik de hanım hanımcık bir kadın ki bu da her şeye rağmen büyük bir meziyettir.

Bu son cümle inanılmaz derecede acıklı bir hava içinde söylendikten sonra, dinleyicilerden karşılık olarak bir mırıltı yükseldi; konuşan hanım da bundan duygulanarak dedi ki:

– Böyle bir koca böyle bir kadına öfkeli, mantıksız davranırsa…

Anne çay fincanını elinden bırakıp kucağındaki kırıntıları temizleyerek ciddi bir açıklama yapmaya hazırlandı:

– Öyle bir kocaysa ha! dedi. Öyle bir kocaymış! O, gelmiş geçmiş zalimlerin en zalimidir, kızım kendi ruhuna sahip çıkmaya bile cesaret edemez. Bir tek kelimeyle, hatta bir tek bakışla kızımı titretir, korkudan ödünü patlatır. Kızımın da ona bir tek kelimeyle karşılık verecek cesareti yok, bir tek kelimecik bile söyleyemez o.

Çay içenlerin hepsine daha önceden de bu durum garip göründüğü, on iki aydan beri de o çevrede yapılan her çaylı toplantıda bu mesele tartışılıp didik didik edildiği hâlde bu resmî açıklama yapılır yapılmaz yine hep bir ağızdan konuşmaya başladılar, bir kere daha birbirleriyle, büyük bir öfke, ateşlilik içinde, söz yarışına giriştiler. Bn. George insanların arkadan konuştuklarını, kimisinin bunu kendisine daha önce de belirttiğini söyledi; hatta orada bulunan Bn. Simmons’un bile yirmi kere ona aynı şeyi söylediğini, kendisinin de her defasında:

– Hayır, Henrietta Simmons, kendi gözlerimle görüp kendi kulaklarımla işitmedikçe buna dünyada inanamam! dediğini belirtti.

Bn. Simmons da bu sözlerin doğru olduğunu söyledi, kendisi daha da kuvvetli deliller ortaya sürdü. Tazeler topluluğundaki hanım da kendi kocasına uygulamış olduğu başarılı bir usulden söz açtı: Kocası, evlendikten bir ay sonra bir kaplan gibi yırtıcı olmaya başlamışken, böylelikle tam bir kuzu olup çıkıvermiş. Bir başka hanım da kendi başından geçenleri anlattı; nasıl annesiyle iki teyzesini yardıma çağırmak zorunda kaldığını, tam altı hafta geceli gündüzlü durmadan ağladığını açıkladı. Bir üçüncü hanım da, kargaşalık arasında sözlerini dinleyecek başka kimse bulamayınca, aralarına karışmış olan evlenmemiş bir genç hanıma bağlandı, ona bu ciddi durumdan yararlanıp Bn. Quilp’in pısırıklığından ders alması, o günden tezi yok, aklını, fikrini erkeğin isyancı ruhunu terbiye etmeye vermesi için yalvardı. Gürültü son haddini bulmuş, odadakilerin yarısı öbür yarısının seslerini bastırıp kendilerininkileri duyurmak için çığlık çığlığa konuşmaya koyulmuşlardı ki birdenbire Bn. Jiniwin’in renginin değiştiği, sanki onları susmaya davet ediyormuş gibi işaret parmağıyla birtakım işaretler yaptığı görüldü. İşte o zaman –ondan önce değil– bütün bu gürültü patırtının tek nedeni Daniel Quilp’in içeri girmiş olduğu, büyük bir dikkatle onları dinlediği fark edildi.